AÇ OLAN HANGİSİ; RUHUNUZ MU?, HÜCRELERİNİZ Mİ?

AÇLIK NEDİR?

Yaşamımıza kaldığımız yerden devam edebilmek için yiyeceklere ihtiyacımız vardır😊 Yeme davranışına sadece bu perspektiften bakmak bizi yanıltır. Beslenme yalnızca bu enerji ihtiyacımızı karşılamakla kalmaz sosyal ve psikolojik yönden de ihtiyaçlarımızı BESLER. Beslenme davranışımız karmaşık bir süreçle kontrol edilmekle birlikte beyindeki ödül ve zevk yolağı ile de içe içedir. Ve sağlıklı bir yeme davranışından bahsetmek içinde haz ihtiyacımızı giderirken, bedensel duyumsamalarımızı sağladığımız bir denge hali de diyebiliriz. O yüzden sadece haz alıyor muyum? diye bakmak ne kadar dar bir perspektif ise, yalnızca enerji ihtiyacımı karşılamak için besinlere ihtiyacım var diye bakmak da bir o kadar dar… Bu nedenle sadece yaşamımızın devamı için değil, haz aldığımız için de, duygusal olarak bizi iyi hissettirdiği için de besin tüketmeye yöneliriz. Bu da oldukça normaldir. İşte burada algıladığımız açlık ve aldığımız haz arasındaki etkileşim besin seçimlerimizi etkileyerek iştah kontrolümüzü düzenler.

Beynimizde iştah durumumuzu yani açlık-tokluk mekanizmamızı kontrol eden, gerekli sinyalleri alan ve gönderen ana bölge bir nevi direksiyonun başında hipotalamus olduğunu söyleyebiliriz. Bu kontrol kısmı oldukça komplike olmakla birlikte temelde belirli hormonlar tarafından düzenlenir. Tabi ki bu hormonların çalışması da çeşitli içsel (duygudurum değişiklikleri, stres, öfke, aşırı mutluluk vb.) ve dışsal faktörlerden (yanlış diyet uygulamaları, düzensiz uyku, yetersiz fiziksel aktivie vb.) etkilenir ve bu faktörler fark edilip kontrol edilmedikçe bazı olumsuz sonuçlara neden olabilir.

Burada sizi o kadar çok latince çeşitli hormonlara boğmayacağım. İki temel olan Ghrelin (açlık) ve Leptin (tokluk) hormonlarından bahsedeceğim.

Açlık hormonu olan ghrelin temelde mideden salgılanır. Özellikle açlık anlarında kandaki seviyesi yükselir ve hipotalamusa hücrelerin besine ihtiyacı olduğu sinyalini gönderir. Sağlıklı bireylerde yemek yedikten sonra ghrelin seviyeleri düşüşe geçer artık besine ihtiyacı olmadığı sinyali kişi tarafından algılanır. Evet 20 dakika efsanesi de ghrelinin kimyasal olarak düşme hızından ileri gelmektedir. Ancak bazı bireylerde çeşitli faktörlerden etkilenen ghrelin görevini yerine getiremeyebilir. Özellikle yoğun stres var ise, bir de tahmin edebileceğiniz gibi aşırı hızla yemek yeniliyor ise kandaki ghrelin seviyesi düşmediği için tokluk hissini algılayamazlar ve sürekli aç hissederler. Bu şekilde devam eden süreç kontrol edilmedikçe kişi kendini sürekli yeme ihtiyacı içinde olduğu kısır döngüde bulur.

Leptin hormonumuz ise temelde vücudumuzdaki yağ dokusundan sentezlenir. Vücudumuzun yağ seviyesi aslında ne kadar leptin salgıladığımızın bir göstergesidir. Yağ seviyemiz düşükse daha az, yağ seviyemiz yüksekse daha fazla leptin hormonu salgıladığımızı söyleyebiliriz. Sağlıklı bireylerde yemek yedikten sonra kandaki leptin seviyeleri yükselir ve hipotalamusa besin alımının yeterli olduğu ve sonlandırılması gerektiği sinyalini iletir. Kişi bunun sonucunda besin alımını durdurur. Ancak özellikle yüksek vücut yağına sahip bireylerde leptin seviyeleri sürekli artış gösterse de bir süre sonra tokluk sinyali hipotalamus tarafından algılanamaz hale gelir. Hipotalamus leptinin bu yükselişine karşı duyarsızlaşır ve “leptin direnci” ortaya çıkar. Leptin direnci varlığında kişi yemek yese de tokluk sinyali çalışmadığından kendini sürekli aç hisseder.

Buradan özetle ghrelin ve leptin hormonlarının birbirlerine zıt şekilde çalıştıklarını ve aralarında çok önemli bir denge olduğunu söylememiz mümkün. Bu hormonların çalışmasında meydana gelecek herhangi bir bozukluk tüm açlık-tokluk mekanizmasının bozulmasına ve çoğu zamanda içinden çıkılması zor olan kısır döngüye neden olur. İşte bu noktada açlık hissimizin altındaki nedeni anlamamız çok önemli. Çeşitli açlık türleri olmakla birlikte gelin ilk olarak biyolojik açlıktan ve belirtilerinden bahsedelim!

BİYOLOJİK AÇLIK (HOMEOSTATİK AÇLIK)

Besinleri lezzetinden bağımsız olarak yalnızca vücudumuzun ihtiyacı olan enerjiyi karşılaması için tükettiğimiz de biyolojik açlığımızı karşılamış oluruz. Biyolojik açlığın fiziksel belirtilerini;

  • Mide de boşluk hissi veya mide guruldaması,
  • Yorgunluk, halsizlik
  • Baş dönmesi veya baş ağrısı
  • Beyin sisi ve odaklanamama
  • Olaylara ani ve sinirli tepkiler verme

şeklinde sıralayabiliriz.

Vücudumuz gün boyu bizimle iletişim halinde olup ne zaman enerjiye ihtiyacımız olduğunu veya olmadığını bize çeşitli sinyaller ile bildirir. Bu sinyalleri doğru yorumlamak; yaşadığımız açlığı anlamlandırmamız ve ona göre bir yol izlememiz adına oldukça önemlidir.

Ancak çoğu zaman yalnızca biyolojik açlığımızı karşılamış olmak yeme davranışımızı bitirmemiz için yeterli olmaz. Etkilendiğimiz çeşitli duygusal (stres, kaygı, öfke vb.) ve çevresel faktörler (yanlış diyet uygulamaları vb.) gerçekten aç olup olmadığımız konusunda bizlere yanlış ipuçları vererek, iştah kontrolümüzü kaybetmemize neden olabilir. Zaman içinde kendimizi bozulmuş yeme davranışı ile karakterize bir kısır döngü içinde bulabiliriz.

 

Sonraki bölümler de duygusal ve duyusal açlık türlerini daha detaylı konuşacak ve bazı çözüm önerilerini sizlerle paylaşacağız. Takipte kalın. Sevgilerle!